‘‘Biri Şeyh, biri Seyid
Diğeri Bediüzzaman
Üçünün de mezarı yok
Bir de Taybet Ana
Unutma bunları, unutma..
Ölülere saygıyı öğrenir belki
Mülkün temeli…’’
Hünkâr Hacı Bektaş Veli Vakfı’nın “Pirincin İçindeki Beyaz Taşlar” başlıklı açıklaması üzerine…
Hünkâr Hacı Bektaş Veli Vakfı, “Pirincin İçindeki Beyaz Taşlar” başlıklı bir açıklama yapmış. Nedeni de HDP yöneticilerinin 2 Temmuz Sivas Katliamı anması için gittikleri Madımak Oteli’ne bıraktıkları üç adet karanfilmiş!
Meseleyi anlamak için, önce HDP adına açıklama yapan Osman Baydemir’e kulak verelim: “HDP milletvekilleri, HDP merkez yürütme kurulları, HDP’nin tüm bileşenleri ve HDP’ye gönül vermiş milyonlarca can adına üç karanfil bıraktık. Bunlardan bir tanesi Şeyh Sait’in torunları adına bırakılan karanfildir. Bir tanesi Seyit Rıza’nın torunları adına bırakılan karanfildir. Bir diğeri de Hacı Bektaş’ın ve Pir Sultan’ın torunları adına bırakılan karanfildir.’’
Baydemir, halkların ve inançların kardeşliği adına ne güzel konuşmuş oysa. Dinler arası diyalog dediğimiz şey tam da bu değil mi?
Ama bu kardeş söylem bazı derin odaklarda rahatsızlık yaratmış olmalı ki bu rahatsızlıklarını da bir Alevi kurumunu kullanarak dışa vurmuşlar. Böylece pirincin içindeki siyah taşlar gibi sırtmışlar.
Hacı Bektaş Veli Vakfı’nın açıklamasına bakalım bir de: “Madımak Katliamı anmaları sırasında karanfiller bırakılırken Hacı Bektaş Veli ve Pir Sultan Abdal’ın, Alevilerin kurmuş olduğu Kamber-i Ali sofrasına oturmayan Şeyh Sait ile aynı kefeye konulurken ‘alkışlanması’ incitici bir durumdur. ‘Alevilerin kestiği haramdır, yenilmez’ düşüncesi ile kurulan sofraya oturmayan birinin Yolumuzun uluları ile aynı kefeye konulmasına gönlümüz razı olmaz.” (ODA TV)
Şunu net olarak söyleyelim; ‘Alevilerin kestiği haramdır, yenilmez’ mesnetsiz bir istihbarat yalanıdır. Biç bir dayanağı ve kaynağı yoktur. Aleviler ve Sünniler arasında sorun yok mu? Mutlaka ve hala da var. Tarihleri boyunca ayrımcılık yapmamış olan Aleviler adına, idam edilmiş ve mezar yeri dahi bilinmeyen bir insan üzerinden böyle bulanık bir siyaset yapmaya çalışması esef verici! Şeyh Said’in Dersim ilişkisine aşağıda değineceğim.
Osmanlı’da net olan Alevi düşmanlığı, Cumhuriyette gizli yapılıyor
Devlet, Osmanlıdan bu yana Alevilere diş biliyor. Yavuz Sultan Selim’in 40 bin Alevi’yi katletmesi, bazı odakların (evet odak tam da onlar işte) yüreğini soğutmamış olmalı ki hala Alevilere diş biliyorlar. Üstelik de bu diş bilenme işi Aleviler kullanılarak yapılıyor.
Osmanlı’da Alevi/Kızılbaşlar’ın konumu ‘düşman’ mezhep olarak netti. Herkes yerini biliyordu. Zalim de biliyordu, mazlum da. Ancak Cumhuriyetle beraber bu durum farklılaştırıldı. Önce bir ittihatçı olan Baha Sait Bey, 1920’li yıllarda, Alevilerin Orta Asya kökenli ve Türkmen olduğunu işleyen kitaplar yazdı. Aynı yıllarda etno dinsel operasyonun başına, Mustafa Kemal tarafından, Hasan Reşit Tankut getirildi. Etno dinsel kırım önermeleri içeren raporlarıyla ünlü Tankut’un Elbistanlı bir Alevi tarafından büyütülmesi de tarihin ilginç cilvelerinden biri olsa gerek.
1925 tarihli, gizli Şark Islahat Planı’nda ‘Fırat’ın batısında dağınık şekilde yerleşik olan Kızılbaş Kürtlerin asimilasyonuna öncelik verilmesi’ önerilir. (Bkz, M.Bayrak, Şark Islahat Planı, Özge Yay.) Alevilere uygulanan bu eritme programları, günümüze kadar devam ettirildi.
Maraş’ın Pazarcık ilçesine bağlı Terolar köyünde yapılan mülteci kampı da bu programlar çerçevesinde okunmalı.
Serhat bölgesinden, Akdenize uzanan ve Kürdistan’ın batı sınırını oluşturan bu Kürt Alevi yayı parçalanmak isteniyor. Özellikle Dersim, Alevilerin şah damarı niteliğinde olduğu için saldırı altındadır. Şayet şah damarı keserseniz, beden de kan kaybından ölür. (Bu konuyu şu yazımda işlemiştim: https://dersimgazetesi.org/nesimi-aday-yazdi-soykirim-asimilasyon-ve-baraj-sarmalinda-dersim/)
Osmanlı İmparatorluğu’nda net olan Alevi/Kızılbaş ‘düşmanlığı’, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana hep gizli yapıldı. Mesela konu oradan açıldığı için, örneği de Sivas’tan verelim; Sivas Katliamı, sosyal demokratların iktidar ortağı olduğu bir dönemde yapıldı ve hala da sebebi tam olarak anlaşılamamıştır.
Hiçbir Alevi’yi, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan köprülerden birinin adının Y. S. Selim olmasının tesadüf olduğuna inandıramazsınız!
Veliyettin Ulusoy’un Radikal Gazetesi’ne verdiği şu demeç, Alevilerin T.C. Devletiyle olan ilişkisini anlamamız bakımından önemlidir. Okuyalım; ‘’Biz Cumhuriyetin kurulmasında en fazla emeği geçen insanlarız ama ahdi vefa olmalı. Cumhuriyetten memnunuz ama istediğimiz bulamadık. Dergahlarımız kapandı. Okullarımızın kapısı kapandı, öğretmen yetiştiremiyoruz dini öğretecek. Ustaca bir asimilasyon politikası da uygulanıyor. Bunun için Cem Vakfı’nın yaptığı işlere bakılabilir.’’ (http://www.radikal.com.tr/turkiye/aleviler-mesaj-degil-adim-bekliyoruz-1143817/)
HDP’deki halklar ittifakından korkuyorlar…
Kürt, Türkmen ve Nusayri Aleviler arasında ittifak oluşmasından korkanların bu çabalarının faniliği görülüyor elbet. HDP içerisindeki demokratik halk buluşmasında korkuyorlar, saldırılarının asıl sebebi bu.
Hüzün verici olan da devletin yedeğinde dolaşan bir takım Alevilerin bu soruları soramamasıdır. Dersim, Maraş, Çorum, Malatya, Sivas / Madımak Katliamı ile Gazi Mahallesi katliamlarının sebebi açığa çıkarılmayıp, kriminal bir vaka olarak mahkeme dosyalarında çürütülüyor hala.
Şeyh Sayid, Seyid Rıza’ya hiç gelmedi…
İki yıl önce Erzincan Cemevi’nde yaptığım bir konuşmada, konu gündeme gelmişti. Orada da bazı kimseler tarafından bu nahoş konu açılmış, bu meşhur istihbarat yalanı karşıma çıkmıştı. Sözde Şeyh Sayid 1937 yılında Dersim’e misafir olmuş, Seyid Rıza misafirlerine, adet olduğu üzere hayvan kesip, yemek ikram etmek istemiş, Şeyh Sayid de ‘siz hayvan keserken dua okumuyorsunuz, biz Alevilerin kestiği eti yemeyiz’ demiş!
Şimdi Hacı Bektaş Dergahı da kalkmış bu istihbarat yalanı üzerinden, Şeyh Sayid’in, Alevilerin kurmuş olduğu Kamber-i Ali sofrasına oturmadığını söylüyor.
El insaf. 1925 yılında devlet tarafından idam edilen ve mezar yeri dahi bilinmeyen Şeyh Sayid, mezardan kalkmış da 1937 yılında Dersim seyahatine mi çıkmış yani?!
Dersimde yapılan alan çalışmaları ve başta Nuri Dersimi’nin kitapları olmak üzere, Dersim üzerine yazılmış kitap ve makalelerin hiç birinde Şeyh Sayid’in, Seyid Rıza’ya misafir olduğuna dair bilgiye rastlamadık.
Sadece Şeyh Sayid hareketinin Elazığ komutanı Şeyh Şerif’in Dersim’e, Dersim milletvekili Hasan Hayri Bey’le çektiği telgraf var. Zaten Hasan Hayri Bey de bu telgraf bahanesiyle idam edilmişti.
Dersim’de bu ve benzeri başkaca istihbarat yalanları var yine. Bir tanesi de dönemin Genel Kurmay Başkanı ve Dersim Soykırımı mimarlarından olan Fevzi Çakmak’ın, soykırım sonrası, katliamdan arta kalan köy ve kasabalara bir atlı gönderip ‘’durun, bu masum, günahsız insanları öldürmeyin, bunlar eşkıya değil’’ psikolojik harekatıdır. Dersimde yıllarca bu hikaye anlatılıp duruldu. Kan ve gözyaşına bulanmış kılıç artığı gariban Dersimlilerin bu hikayeye inanmaktan başka çaresi kalmamış, sonraki kuşaklara dahi Fevzi Çakmak’ın bu ‘adaletli’ (!) masalını anlatmışlardı. Sözlü tarih araştırmacısı Hüseyin Ayrılmaz’la bu istihbarat masalını Dersim Dergisi’nde ifşa etmiştik.
T.C. Devletinin Kürt ve Alevi politikalarını az çok bilenlerin yabancı olmadığı bu psikolojik savaş argümanlarının hala kaynatılıp önümüze getirilmesi, gerçekten de kültürel düzeyimizin/düzeysizliğimizin bir yansıması olarak keder veriyor insana.
Aleviler adına açıklama yapanların, Dersim Milletvekili Hasan Hayri Bey’in, Celalzade Memed Efendiyle birlikte, 1925 yılında, Şeyh Sait İsyanı’na destek verdiği gerekçesiyle idam edildiğini biliyorlar mı? (Bkz. Karerli Mehmet Efendi’nin Anıları. Sf. 205, Fam Yay.)
Şeyh Said’in küçük kardeşi Şeyh Abdürrahim’in, Suriye’de sürgündeyken, Dersim’de yaşanan vahşi katliama karşı, Dersimlilerin safında savaşmak içim, atlı ve silahlı bir grupla ta Suriye’den yola çıkıp Diyarbakır’ın Bismil ilçesine kadar geldiğini, burada ihbar edilmesi sonucu, bir buğday tarlasında, atları ve buğdayla birlikte kurşuna dizilip, öldürüldüklerini biliyorlar mı?
Abdülmelik Fırat bu konuyu şöyle anlatmıştı: ‘‘Şêx Sait’in en küçük kardeşi Şêx Abdürrahim Efendi, 38 hadisesine katılmak üzere Suriye’den geldi; yanında büyük bir grup vardı. Fakat bu grup Diyarbakır Bismil’e geldiği zaman, kendilerinin Suriye’de 5-6 sene beslediği bir Türk subayı onları ihbar etti. Güya onların arkadaşıydı. Askeri birlikler açık bir sahada pusu kurarak onların etrafını kuşattılar ve büyük bir müsademeden sonrası bir tarla içinde onları ateşe verip öldürdüler. Dersimlilerin bu olayı bilmeleri ve unutmamaları gerekir. En azından bu hadise bir araya gelme isteğinin kanıtıdır ve unutulmamalıdır.’’
Ekte görseli olan Tan Gazetesi’nin haberi de Abdülmelik Fırat’ı doğruluyor. Gazete haberine göre de ‘’Seyit Rızaya yardıma geliyorlarmış.’’
Meclis Dilekçe Komisyonu elinde bulunan ve kamuoyuna açılması bekleneni ama açılmayan 150 bin Dersim belgesi içinde de bu cinayetin belgesinin mevcut olduğunu da biliyorum.
1938 katliamında tüm ailenin sürgünde olduğunu ve dolayısıyla Dersim’le ilişkilenemediklerini’ belirten A. Fırat; Alevilik, Sünnilik meselesine dair de şunları söylemiş: ‘’Şêx Sait’in babası Hınıs’ın Kolhisar köyünde ikamet etmiştir. Bizim Kolhisar köyümüzün bulunduğu mıntıkada bütün komşularımız Alevi Kürtleridir. Yani Bingöl dağının eteğinde 2-3 köy Sünni’dir. Diğerleri hep Alevi köyleridir. Mesela bizim Kolhisar’a 2 km mesafede Karaağaç köyü vardır ki Alevidir. Eğer bizim ailenin mezhebi taassubu olsaydı -ki hem maddi, manevi nüfuz bakımından güçlü olduğu halde- o mıntıkadaki Kürtleri Sünnileştirme çabası yahut da o yolda bir mücadele olabilirdi. Halbuki böyle bir şey hiç olmamıştır. Onların mezhebi görüşlerine saygı beslenmiştir.’’ (M.Çetin, S.Yeşilgöz, Dersim Dergisi, 2000)
Mesele açık ve net olarak şu ki derin odaklar Alevilerin (Kürt, Türk, Arap), Kürt hareketiyle yan yana durmasından oldukça rahatsızlar. Bunun için de özellikle Türkmen Alevi bölgelerinde çok derin çalışmalar yaptılar. Gelinen aşamada ise olası bir iç savaşta Türkmen Aleviler’le, asimile olmuş Kürt Alevileri, top yekun Kürtlere karşı ‘kullanma’ hevesi güdüyorlar. Alevilerin hümanizmasını, Vatan-Millet-Sakarya militarizmine kurban etmek ve böylece, kırımlara uğratarak bitiremedikleri Alevileri, bu coğrafyadan bertaraf etmek fikrindeler diye düşünüyorum.
Bir Afrika ata/anasözü ‘’Aslanlar kendi tarihlerini yazana dek, avcı öyküleri avcıyı yüceltecektir’’ der.
Aleviler adına konuşan hatırı sayılır bir kesimin, devletin bekası adına uzun yıllardır tam da bunu yaptıklarını; kendilerinin av olduğu gerçeğini görmek istemediklerini görüyoruz. Bin bir katliam ve zulümden geçmiş bir toplumun evlatlarının bu ‘katil seviciliği’ gerçekten de Kerbela çöllerinde ölmekten beter ediyor insanları…
Bu makale 13 Temmuz 2017 tarihinde www.pirha.com sitesinde yayımlanmıştır…
https://www.pirha.net/dersimli-arastirmaci-yazar-nesimi-aday-seyh-sayid-seyid-rizaya-hic-gelmedi-ki-72770.html