Recep Tayyip Erdoğan, Selahattin Demirtaş’a “terörist” demiş.
“Kendi varlığı içinde, kendisini mesele edenler korkabilir sadece.”
Martin Heidegger
Jean-Paul Sartre’ın ‘‘Bulantı’’ (La Nausée) romanının nevrotik kaçkını Antonie Roquentin’in, dış dünyaya karşı duyduğu tiksinti, aynı zamanda kendi bedenine de duyduğu tiksinti olarak karakterize edilir.
Kötülük bulaşıcıdır çünkü. Kendi çeşmenizden akıttığınız zehir, dokunduğu şeyler üzerinde ölümcül etki yapar. Kuşkusuz bu zehrin panzehri de olacaktır. Ama zehrin kaynağı sizdedir. Tedavi olmadığınız sürece, içinizde patlamaya hazır bir yanardağ gibi devinip duracaktır.
Hiç kuşkusuz, görünmeyenin reddiyle, tanrıyı reddeden Sartre ile görüneni ıskalama ustası olan ve görünmeyen üzerinden varoluşsal davranış sergileyen R. Tayyip Erdoğan arasında derin bir analitik çukur vardır.
Çevresindeki ve dokunduğu, ilişkilendiği şey’leri varoluşsal bir bulantıyla dönüştüren Erdoğan, Demirtaş gibi naif bir siyasetçiyi hapiste bile rahat bırakmayıp, hakaret ederek, bulantısını sürdürüyor.
Pembe düşlerini kurduğu sırça köşke, güle oynaya çıkma hevesini kesen Demirtaş’la olan ilişkisi, Sartre’ın nevrotik kaçkını Roquentin’in iç sıkıntısına benziyor. ‘‘Benim için hiçbir şeyin önemi olmaması çok acayip, korkuyorum bundan” diyor Antonie Roquentin.
Erdoğan da, siyaset yapmak için yola çıktığı hemen herkesi yolda bırakıp, onları siyaseten hiçleştirirken, korkuyor aslında.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha önce kendisi gibi Cumhurbaşkanlığına aday olmuş ve milyonlarca destekçisi olan bir parti lideri olan Selahattin Demirtaş’a “terörist” demiş.
Obsesif ve ahlakçı, kendi algısı ve anlamı dışındakileri net olarak öteleyen, farklı sosyo-kültürel değerler söz konusu olduğunda konservatif tepki gösteren Erdoğan’ın, ilişkilendiği insanlara ve toplumsal katmanlara sevgiyle, şiirle, şarkıyla, resimle yaklaşım gösteren Demirtaş’a söylediği bu kem sözlerle, ne o türbinlerine oynamayı sevdiği iç’te ne de elini dostça sıkıp, iki kelam edecek (ekteki foto örneğinde olduğu gibi) insan bulamadığı dış’ta hoş karşılanmadı.
Ne yaşadığımız toplumun etik değerleriyle bağdaşan, ne de hukukla tarif edilebilen bu nahoş sözler kuşkusuz ki Demirtaş’ın partisi HDP tarafından tepkiyle katrşılandı. HDP, “Bu sözlerinin hesabını siyaseten ve uluslararası hukuk alanında soracağız” diye açıklama yaptı.
Antonie Roquentin, anlayamadığı ve anlamlandıramadığı bir dünyada yaşamanın sancısı ve bulantısıyla yaşamıştı Sartre’ın sayfalarında.
Sanırım Türkiye’yi yönetenlerin (yönetenin mi demeli?!) en büyük sıkıntısı bu; yaşadığı toplumu ve dünyayı anlamlandıramaması.
Felsefenin, insan algısına kazandırdığı analitik zeka ve o zekanın değer kattığı ahlaktan nasip alamayanların bünyesi, sürekli olarak bunalım ve bulantı yaratıyor.
Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ‘terörist’ değildir. Eğer Kürt halkının meşru mücadelesine binaen söyleniyorsa o da büyük vicdansızlıktır. Kürt halkının hak ve hukuk mücadelesini terörle eşdeğer görmek siyaseten de, tarihsel olarak da Elias Canetti’nin anlattığı körleşmeyle açıklanabilir ki bunun için de deve ve hendek gerekecektir…