Emirali Yağan’ın yayımlanmamış çalışması ‘‘Ne El Dorado Ne İthake’’ dosyasının da içinde yer aldığı toplu şiirleri (1985-2021) ‘‘Gitmek Bir Uzun Öykü’’ ismiyle Red Kitap yayınları tarafından basıldı. Kitap bu yönüyle şairin, şiir atlasını görmemiz için iyi bir olanak olmuş.
Şairin, okuyucuda derin izler bırakan anlatı romanı ‘‘Dersim Defterleri-Beyaz Dağ’da Bir Gün’’, Jorge Amado’nun ‘‘İnsanın anayurdu çocukluğudur’’ sözü ile başlar. Kitap okununca Amado’dan yapılan alıntının tesadüfi olmadığı, hatta çok da isabetli olduğu görülür. Çünkü Yağan’ın ana yurdu/edebiyatı da Beyazdağ eteklerinde edindiği yurt üzerinden ötelere taşar, zenginleşir, yeni anlamlarda yatak bulur. Kanlı hatıralarla biçimlenen çocukluğu, şiirlerinde de derin bir nehir olarak akar, yeni defterleri, yeni kitapları yurt edinir. Meşe ormanlarıyla menevişlenen ‘şarkılar ülkesi’ yurtta devletin kayıtlarına düşen varlığı, kendi mecrasını bulmak için Dersim, Ankara, Paris, Amsterdam, İstanbul ve hapishanelerde varoluşsal hesaplaşmalarını yapar. Bu uğraklarda biriken öyküler şiirlerinde ‘uzun bir öykü olarak’ beden bulur. Duygu dünyası terazisi farklı ağırlıklar taşısa da şiirlerinde Munzur ile Seine nehri birbirine koşut akar.
Urmiye Mavisi ve direniş…
Tiranların hükmüne baş eğmeyen bir direnç ile yazılan Urmiye Mavisi’nde ‘ocakta köz, tarlada ekin, büyük düşlerin peşinden yolunu yitirme eğrisine girmeden, küllerinden doğan Anka’ya dönüşür. Troya önlerinde Düldül’e binme hevesi ile macerasını beslerken, Mevsimsiz Kar’da uslanmayan bir düşbaz olarak görürüz. Mamak cezaevi maltasında biriken şiirleri bu izleğin afişi gibi bağırır.
Özlem, düş, umut ve arzusunun kendini yoğun olarak hissettirdiği Urmiye Mavisi kitabı 12 Eylül sonrası cezaevlerinde biriken ve demir parmaklıkların dışına taşan ilk şiirleri olur. Yağan, daha çok lirik bir söylemi tercih etse de o yıllarda yolları mahpushanelerde keşişsen ‘gençlerin’ dimağı öfke, direnç, kavga, umut, özgürlük gibi sözcükle besilidir. Hapishane Edebiyatıolarak kavramsallaşan bu dönem ile Türkçe edebiyata önemli yazınsal katkılar sunuldu.
Ve Şarkılar Ülkesi…
Şarkılar Ülkesi (1990-91) Nuh’un topraklarından iner Cizre’ye, oradan Nusaybin’e, Harran’a. Kah Fırat’ın kah Dicle’nin kıyısındadır şair. ‘Güneşin her sabah doğarken yeniden kan izleri bıraktığı Doğu’da; kanlı bir eşkâl bırakır.’ Çünkü; ‘‘Medya dağında uzundur geceler.’’
Yağan’ın dahili kolonyal yurdu, yani ‘‘Şarkılar Ülkesi’’ büyük çalkantılar içindedir o yıllarda. Savaşa karşı barışı savunurken; umudu ve aşkı da içerik kılar edebiyatına. Sodom ve Gomera gibi yanarken Mezopotamya o Babil’in Asma Bahçeleri’ni düşlemekten alıkoymaz kendini.
İnkârın inkârıyla ötelenen etnik kimliğine dize kurduğu bu şiirlerinde; ‘Ulu Cami (Diyarbakır) avlusunda bin kez asıldığını, LaçDeresi’nde (Dersim) bin kez vurulduğunu haykırır tarihe. Kimyasal bombalarla yok edilen Halepçe’nin ağrısını: ‘‘kalırsam dağlara meylederim / kırın kollarımı yoksa Xoybun’’ dizesiyle taşır şiirine ve Dersimli Musa ile sınar sözünü: ‘‘merdena na kowo mare salteneto / kam kı pe tıfangê xo de mıreno / caye xo cenneto / bu dağlarda ölüm bir saltanattır. Kim ki tüfeğinin ardında ölür, onun yeri cennettir.’’
Büyük aile atlası…
Emirali Yağan bir eski zaman seyyahı gibi haritanın hep batısına doğru yol alsa da içindeki doğuyu geride bırakmaz ve zaten döner de bir süre sonra. Bu yolculuklarda yara bere içinde kalan dimağı, ‘‘Büyük Aile Atlası’’ şiirlerinde kaskatı acıya keser. Hayat, kendi diyalektiği gereğince acılara birikim sunsa da acının en büyüğünü devlet boca edecektir bellek coğrafyasına; ‘‘dünyanın öte yüzünde / ıssızdan ıssız bir dağ köyünde / kuşluk vakti kapıları dipçiklerle çalınan’’ biri olmak kolay değil.
Kolay değil elbet ama o cümleden cem’e dönüşen o ‘yok ülkede’ o granit dağın eteklerinde, bir zaman kan kırmızısı ölüler taşıyan o dertli nehir kıyısında Xızır’a (Hızır) yaslar sesini ve ‘‘inkârın inkârı özür sayılır mı gerçeğe ‘hü’ diyen erenler?’’ diye sorar.
1993-94 yıllarında yakılan köyleri amcası Gülhasan’ın sürgündeki teneke evi ve dişbudak ağacından oyulmuş keman sesiyle hatırlatır okura. Siyasi otoritenin postallarını haritalarla parlattığı savaş yıllarında ‘‘iki dağın gölgesinin buluştuğu yerde’’ Gülhasan’ın kemanını dizelerinde ezgiler.
Batının batısındaki Doğu…
Şairin doğduğu topraklarda kış geceleri ve masallar zamanın kıyısına kadar uzar hep. İnsanlar kar altında sabır biriktiren evler gibi bahara varmayı marifet görür. Ama işte dünya hızla kururken, artık Beyazdağ’ı da eskisi gibi kar tutmuyor. Munzur Dağları’nın pantonesi de eskisi gibi beyaza kesmiyor artık; Emirali’nin deyişiyle ‘iç geçiriyor’ dağlar.
Emirali Yağan’ın ilk şiirlerindeki yoğun yakın coğrafya gezintileri; çıktığı her yolculukta, her uğrakta sınırlarını genişletir. Böylece yaratma edimi, hinterlandını ötelere, öte yakalara taşıma feraseti de gösterir. Günün sonunda ‘‘ömrümün yolculuklarıbatıya / daha batıya, bu bir rastlantı mıydı acaba’’ diye sorsa da ‘‘gittim ve gördüm / batının batısında bir doğu yokmuş’’ sorusuyla kendini bir çeşit simurg ile eşitler; arayan kendini bulmuştur. Kendine dönmüştür bir bumerang gibi.
Sürüsünü yitiren karaca…
Şiirlerinde ne çok gitmek istiyor şair; ‘sürüsünü yitirmiş bir karaca’ gibi yolculuk ve düş halindedir hep. Gitmeyi, şiirlerinde uzun uzun öykülemiş. Sisler içinde geçmiş evlerin eşiklerini. ‘‘..dünyanın bir ucunda açık unutulmuş musluğu kapamaya düştüm yola,’’ diyerek nedenselliğini gündelik hayata indirger gibi görünse de dünyanın bir ucunda olan yangına diğer ucunda olan musluğu ulaştırmanın ağrısını taşır. Ama yaşam ağrısı bu dizedeki kadar naif aksetmez; ‘‘herkes gitti / sahnede yüzüstübırakılmış / yaşlı bir palyaço gibi kaldık öylece!’’ diyerek, hasar tespiti de yapar.
Görüldüğü gibi sahnenin tüm ışıkları söndüğünde bir palyaço gibi yalnız olduğunu imler okura. Gitmeyi bu kadar çok istemesi, bedenini ekşiten iç yalnızlığı olabilir. Çünkü ‘yatağını değiştiriyor ırmak, sular çekiliyor, kara bitiyor.’ Çünkü atlasın ve zamanın ortasında kala kalmış: ‘‘yolun sonuna işaret veren ışığı bulup kaybettim / nereye yakıp nereye uzak düştüğümübilemedim,’’ dizesiyle varoluşunu şaşkınlıkla devr-i daime fısıldar. Şairin bu hali ‘hep burada olacağım’ demenin başka bir ifadesi olarak da okunabilir belki!
Şairin ontolojik esvabı…
Emirali Yağan’ın şiir yazma edimi çoğunluka ‘gitmek’ veya ‘ıramak’ üzerinden ontolojik bir esvap giyinir. Evvel zaman dervişlerinden öğrendiği yol’un bilgisini, yol evladı olarak yürür. Bu çileli ‘gitme’ hali tüm kitaplarında açık bir yara gibi zonklayıp durur:
‘‘izlediğim yön levhalarını tersine çeviriyorum olmuyor
sesi sesime benzeyen yanık buğday yüzlü bir ülkem vardı
yokülke, düşülke, kayıpülke,
İthake’den öte bir yerlerde
yıkıldı evim, şehrim, ülkem
ben nereye gitsem
orada birileri fazla’’
Şair hem varoluşunu hem de şiire çıkış arkını gitmek-ıramak edimi üzerinden eşeliyor. İçine düşen yangını söndürmek, küllerini soğutmak için hep gitmek istiyor. ‘Gitmelerin ömür tüketen bir anlamı olduğunu çok sonraları anlamış.’ Kendi ‘iç’ ve ‘dış’ hesaplaşmalarını bu yolculuklarda yapıp, uzamlarıyla adeta yüzleşmek istediği yansıyor yazınına. Yarasını ve çelişkisini okurdan gizlemiyor. Düş kırıklıkları ve pişmanlıklarını olanca samimiyetiyle seriyor okurun göğüne.
Edebiyatını yaratırken ‘bu arkeolojik faaliyete neden ihtiyaç duyduğu’ sorusuna doyurucu bir cevap bulmak kolay değil; şair, bir kitabına ‘‘Aylak Dizeler’’ ismi koymuş mesela. Sualin cevabını belki de Beyazdağ eteklerinde otların köküne, gürgenlerin yapraklarına kadar sinmiş o meşum soykırımda aramalı!
Ne El Dorado Ne İthake…
‘’Nesimi’nin külleriyle yaşıt sorularımız heba oldu
Selçukî bir şehirde kül olan akranlarımla
Mansur’dan beridir mahsuruz’’
Hallac-ı Mansur’dan beri mahsur kalsa da ‘yerelden evrensele’ akan bir suyun kıyısına kuruyor otağını. Nerval’in bir şarkısını iz sürerek, ‘öz yurdu’ ve ‘kadim halkı’ gibi yitik olduğunu anlamamızı istiyor. ‘Mansur’dan beri mahsur olduğunu,’ ‘bir Celalî gibi yalınayak ve ekmeğe muhtaç’ bırakıldıklarını tüm ezilenlerin duyacağı yüksek sesle söylüyor.
Babi Yar’ı hatırlayarak ‘‘kaç Kızılderili ölüsü eder bir beyaz adam,’’ diye sorup ‘‘Bretonlar’ın yüreğini ekliyor ganimet paylarına Normanlar’’ dizesiyle, İskoçya’daki ‘çapul çağına’ da değinmeden geçmiyor. Bunları şiir atlasına eklerken yanı başında talan edilen Bereketli Hilal’i es geçmiyor elbette: ‘‘ah, Mezopotamya kanlı beşiğim,’’ dizesiyle de yokülkesini hatırlatıyor okuyucuya.
Son şiirlerine geldiğimizde görüleceği gibi ne efsane ‘altın şehir’ El Dorado, ne de Odysseus yurdu İthaka kalıyor geride. Çünkü ‘karıncalar hâlâ suya inse de yol bitiyor. Avrasya bitiyor.. ve Afrika.. ve göğün eğnine seriyor postunu.’ ‘‘heder’’ şiirinde ömrünü heder ettiğini söylemekten sakınmıyor. Çekilen her bıçağa siper edilen sine derin yaralar almıştır bu yüzden. Son kuş öldüğünde Simurg’u bulacağını biliyor. Bu bilgiyle haykırıyor devlete ve onun otoriter enstrümanlarına. Anarko-komünya düşü, kalbinden diline akıyor bir çeşme gibi: ‘‘bozulsun kamu düzeni / yıkılsın aile, özel mülkiyet ve devlet.’’
EMİRALİ YAĞAN: 1958 Dersim doğumlu. Ankara Eğitim Enstitüsü ve Paris 8 Üniversitesi Modern Yazın Bölümü’nübitirdi. 1980 askerî darbe yıllarında siyasal nedenlerle hapis yattı. Mamak’ta kaleme aldığı ilk şiirlerini Urmiye Mavisi adıyla 1989’da kitaplaştırdı. Diğer şiir kitapları: Şarkılar Ülkesi (Cahit Sıtkı Tarancı Şiir Ödülü 1990), Gitmek Bir Uzun Öykü (1995), Evvel Zaman Şiirleri (2003), Sahra, Sanrı ve Sara –Aylak Dizeler– (2007) Ve Denizi Kar Tuttu (şiir albümü, 2002). Beyaz Dağ’da Bir Gün / Dersim Defterleri (Anlatı-Roman), Silva Gabudikyan’ın Şarkıların Şarkısı adlı eserini Raffi Hermonn’la birlikte Ermeniceden Türkçeye çevirdi (2002). Cemal Taş’ın derlediği Abdullah Gündüz’ün Vasiya Mı-Fecir, Alacakaranlık ve Ömrüm-(2006) ve yine Cemal Taş’ın derlediği Dağların Kayıp Anahtarı-Dersim 1938 Anlatıları’nı Kırmançkîden Türkçeye çevirdi (2010). Dersim Tertelesi’ni konu alan “Qelema Sure/Kırmızı Kalem” (2009) ve devamı niteliğindeki “Kara Vagon” (2011) belgesellerine metin yazarlığı yaptı. Yayımlanmamış dosyası Ne El Dorado Ne İthaka’nın da içinde yer aldığı toplu şiirler (1985-2021) kitabı Gitmek Bir Uzun Öykü Kasım 2021’de yayımlandı. ‘‘Her Yerden Hiçbir Yere – Öte Anlatılar’’ kitabı 2022’de yayımlandı. Piya Yayın Kolektifi’nin kurucuları ve süreli yayınlarının editörleri arasında yer aldı. Şiirleri farklı müzisyenlerce bestelenip seslendirildi, değişik dillere çevrildi, yerli-yabancı antoloji, dergi ve gazetelerde farklı türde eserleriyle yer aldı.
Not: Emirali Yağan bu makaleyi okuduktan kısa bir süre sonra, 9 Nisan 2022’de tedavi gördüğü Paris’te yaşama veda etti.
Bu inceleme Virüs Dergisi Sayı 11, Nisan-Mayıs-Haziran 2022 sayısında yayımlanmıştır.