Burada Ara...
YUKARI
YAZILAR

MALAN BARKIR

Cihadist örgütlerin Alevi köylerine yerleştirilmesi bir Sünni devlet projesidir…

Malan bar kir çûnê waran / Goştê me xwar mişk û maran

Kürt Halk Şarkısı

 

İnsanın kültürel tarihi kuşkusuz binlerce yıllık göçlerin de tarihidir. Göçler, günümüzde daha çok savaşlar ve ekonomik nedenlerle olsa da ilk çağlarda beslenme, barınma gibi daha yaşamsal nedenlerle olduğu arkeolojik verilerden anlaşılmaktadır. Hâlâ yerleşik olmamızın asıl nedeni, atalarımızdan miras kalan ve iç dünyamıza sirayet eden gitme/göçme duygusu olabilir mi?

Fırat ve Dicle ile sulanan ilk insanlara ev sahipliği yapmış, yaşamlarını idame ettirecek iklim sağlamış olan Bereketli Hilal’in içinde yer alan, Mezopotamya topraklarının insanın kültürel tarihine katkıları çok büyüktür. İlk tarımın ve el aletlerinin Mezopotamya’da yapıldığına dair çok kanıt var. Araştırmalar, ilk kültürel formların bu bölgede oluştuğunu gösteriyor. Bilinen ilk yazılı metinlerin de Sümer’de kil tabletlere yazıldığı görüşü geçerliliğini koruyor hâlâ. Gılgamêş Destanı bu metinlerin en ünlülerinden…

Güney Kürdistan, Bradost Dağı’nda bulunan Şanîdar Mağarası (Şanêder), hiç kuşkusuz dünyanın ilgi çekici arkeolojik sit alanlarının en başında gelir. Tarihi günümüzden 35.000, 65.000 yıl öncesine kadar uzanan mağarada, neandertaler ile ana/atalarımız kabul edilen homosapienslere ait kalıntılar bulunuyor. Şanîdar Mağarası, ana/atalarımız kabul edilen iki türün aynı mekanda, farklı dönemlerde yaşadığını gösteren ender yapılardan biri olarak kabul görüyor.

Ergani’deki Çayönü (Hîlar), Urfa’daki Newala Çorî, Batman’daki Hallan Çemi (Çemê Hola) kazı alanı yine insanlık tarihinin zengin kültürel miraslarıdırlar. Bu alanlarda ilk tahıl üretiminin yapıldığı, avcı toplayıcı hayattan yerleşik hayata geçildiği, hayvanların evcilleştirildiği, ilk mimari yapıların tasarlandığı, yapılan arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıktı. Yine Urfa Göbeklitepe kazıları, insanın kültürel tarihini 12 bin yıl öncesine kadar götürmektedir ki bu alanda bulunan kalıntılar arkeoloji dünyasını fazlasıyla heyecanlandırıyor hâlâ.

Anadolu’ya Göçler…

Göler hiç kuşkusuz insanın kültürel tarihini de şekillendiriyor. Bu coğrafyada folklorunun başat temalarından biri olan göç, halk şarkılarından müziğe, şiirinden romana kadar geniş bir alanı etkiledi. ‘’Göç göç oldu, göçler yola dizildi’’ Türkçe halk şarısı olarak yürek dağlarken, Kürtçe ‘’Malan barkir çûnê waran’’ şarkısı trajik bir olayı anlatmasına rağmen govend/ halay olarak icra edilir. Anadolu’ya göçmüş diğer halklar da kendi dillerinde ‘Malan barkir / Evler yüklendi-göçtü türü çokça eser yaratmış, yarasına dermanı, yeni bir yurt ararken, yollarda aramıştır.

Anadolu’ya ilk göçlerin Luviler ve Hititlerle başladığı sanılıyor. Kimi araştırmalar bu halkların yerleşik olduğunu söylese de, antropolojik veriler ilk insanların Kenya bölgesinden çıkıp Mezopotamya üzerinden Anadolu’ya geçtiğini söylüyor bize.

Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve dağılma süreçlerinde büyük göç dalgaları izlenir. Osmanlının yerleştirdiği uç beyliklerinin geri çekilme süreçleri, toplumsal göç dalgalarına neden olduğu gibi, bu dönemlerde tersi göçler de yaşanmış. Ama asıl göç/göçertmenin kavramsallaşması, Türk dışındaki etnik yapılara uygulanan progrom sonrası olur.

Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine varıncaya dek yoğun göç faaliyetleri yaşandığından bir göç müdürlüğünün kurulduğu da biliniyor. Bir dönem Şükrü Kaya’nın da müdürlüğünü yaptığı Aşâir ve Muhâcirîn Müdüriyet-i Umûmiyesi kurumu, başta Osmanlı ülkesine gelen muhacirleri organize etme amaçlı faaliyet gösterse de daha sonra Ermeniler, Rumlar ve Kürtler başta olmak üzere, diğer etno dinsel grupların tehciri üzerinde yoğunlaşır. Bu kurum, Jön Türkleri’in tekçi ulus devlet projesine direnç gösterecek olan unsurların tehciri için ‘sinsi’ çalışmalar yapar. Yine, İstatistik kurumu ve nüfus dairelerde tehcir faaliyetleri için kullanılmıştır.

Çerkesler ve Polonezler geliyor…

Sefarad Yahudilerinin göçünden sonra, Anadolu’ya ilk toplu göç 1850 yılında Kırım’dan yola çıkan Tatarlar ve Kırım Yahudi’leriyle başlar. Yine 1800’lü yıllarda Çerkezler, Çeçenler, Gürcüler, Lazlar gibi kuzey halkları başta olmak üzere, Balkanlar’dan Arnavutlar başta olmak üzere çok sayıda göçmen Anadolu’nun nüfus yapısına etki edecek oranda yerleşim göstermiş. Sadece Çerkeslerin 2 milyon civarında bir nüfusla Anadolu’ya vardıklarını düşünürsek oranın yüksekliği ve etnik yapıya etkisinin yarattığı siyasi sonuçları daha gerçekçi değerlendirme olanağına kavuşuruz.

1831 yılında 10 bin civarında olduğu söylenen Polonyalı aydının, İstanbul’a göç edip, Polonezköy’ü kurmuş olmaları bile, bu gün başat olan Türk kimliğinin referanslarını değiştirebilir.

1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan mübadele (değişim-takas) anlaşması gereği Türkiye’den gönderilen Rumlar ile Yunanistan’dan getirilen Müslüman Türkler, Anadolu’da yaşan bir diğer büyük trajediye neden olur.

1916 yılında başlayan Erzurum bölgesi göçleri siyasi mi?

Rusların 1916 yılında Erzurum’a girmeleri sonucu bu bölgede yoğun bir göç hareketi yaşandığı gözlemlenmektedir. Devletin resmi verilerine göre göçün sebebi Rus işgalidir. Ancak Ermeni ve Pontus kırımından hemen sonra cereyan eden bu nüfus hareketliliğinin başkaca bir amaca da hizmet ettiği anlaşılmaktadır.

1915-1916 yılında Erzurum ve çevresinden göç edenlerin bir kaç başlık altında taksim edildiği görülüyor. Giresun, Samsun, Elazığ, Diyarbakır, Adana, Halep ve Musul vilayetlerine yollanan mülteciler bu vilayetlere ve kasabalarına yerleştirilmişlerdi.

O yıllarda mültecileri belli güzergah ve şehirlere taksim eden devlet yetkilileri bir grubu da Sarız, Elbistan ve Maraş’a sevk etmiş.

Maraş’taki Cihadist Kampın Amacı Ne?

Serhat bölgesinden başlayıp Erzurum, Erzincan, Dersim, Sivas, Malatya, Kayseri, Maraş ve Antep dahil olmak üzere, Kürt Alevi nüfusu, bir yay halinde Kürdistan’ın batı sınırına yerleşmiştir. Kürtlerin, Selahaddin Eyyubi döneminden beri İç Toroslarda yaşadığı da ayrıca biliniyor. Maalesef ki Kürdistan ve Anadolu sınırı olarak görülebilecek olan Kürt Alevi yerleşim alanları, Osmanlı’dan günümüze hep pogromlara tabi tutulmuştur.

Yakın tarihte bilinen en acılı pogrom 1978 yılında yaşanmıştı. Tarihe ‘’Maraş Katliamı’’ olarak geçen olaylar 19 Aralık ile 26 Aralık 1978’de gerçekleşmiş 105 Alevi, Türk milliyetçileri tarafından öldürülmüştü. Resmi rakamlara göre yedi gün süren olaylar sırasında 105 Alevi öldürülmüş, Alevilere ait 200 civarında ev yakılmış, 100’e yakın işyeri tahrip edilip, kullanılmaz hale getirilmişti.

Türkiye’nin en uzun süren davalarından biri olan ‘Maraş Katliamı Davası’ 23 yıl sürmüş, 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1 ile 24 yıl arasında ceza almış, katliamın elebaşlarından olduğu düşünülen 68 kişi de mahkeme karşısına çıkarılamamıştı.

Derin devlet bağlantıları olduğu düşünülen Maraş Katliamı, hâlâ, Yavuz Sultan Selim’in yaptırdığı Alevi kırımını hatırlatıp, Alevilerin belleğinde, tedavi gerektiren bir travma olarak durmaktadır.

Yakın zamanda yaşanan Sivas Madımak Oteli Yangını ve Gazi Olayları, Alevilere yüzyıllardır uygulanan katliamcı politikanın devamı gibi durmakta. Alevilerin tarihten miras kalan bu endişesi haksız da sayılmaz.

Yine geçtiğimiz yıl Adıyaman’da Alevi evlerinin kapısına çarpı konularak işaretlenmişti. Benzerleri başka Alevi yerleşim alanlarında görülen bu ev işaretlemeleri, tarih boyunca katliam yaşayan bu inanç grubunu, haklı olarak tedirgin etmekte hâlâ.

Bu bağlamda Maraş / Aşağı Terolar (Têran) Köyü’ne yapılan cihadist kamp ile Erzincan ve Bitlis’e yerleştirilen Ahıskalılarla aynı ‘derin amaç’ için planlandığı düşünülebilir.

Toplamda 25 bin kişinin ikamet edeceği mülteci kampının 20 civarında Alevi köyünün ortasına yapılıyor olması, yukarıda bahsettiğimiz siyasal zihniyetin devam ettiğini işaretliyor.

Aynı zihniyetin yukarıda bahsettiğimiz Alevi Yayı’nı parçalamak için çalıştığını da söyleyebiliriz. Keza bugün mevcut hükümetin ve devletin geçici olduğunu söylediği mülteci kamplarının zamanla kalıcı yerleşkelere dönüşmeyeceğinin garantisi de yok.

AKP hükümeti, kamuoyuna yansıtmadan, siyasi olarak yararlanacağı Suriyeli göçmenlere vatandaşlık hakları veriyor. Aleviler ise haklı olarak,  kendi bölgelerine gönderilen göçmenlerden kaynaklı, yaşam alanlarının ellerinden alınacağı endişesi taşıyorlar. Geçmişte benzeri olaylar yaşanmıştı keza. Koçgiri Ayaklanmasından sonra Sivas’tan Maraş’a kadar geniş bir Kürt Alevi coğrafyasına yerleştirilen Çerkesler hatırlanıyor. Bu konuda da hazırlanmış gizli yasaların varlığı biliniyor. Günümüzde de aynı derin fikrin işlerlik kazandığı seziliyor.

 

Padişahlar katliam fetvası vermişti…

30 Eylül 1733 yılında yazılan bir padişah fermanından ‘‘Dersimli Alevi Kürtlerin, Ebu Bekir’in kızı Sıdıka’ya (Ayşe’ye) ‘iftira’ ettikleri, halifeye dil uzattıkları için ‘alemin müftüsü’ fetvasıyla vurulmaları emri verilmiş. Benzeri fetvaların farklı dönemlerde farklı şeyhülislamlar tarafından verildiği biliniyor. Ebusuud’un ‘Kızılbaşların katlini, kadın ve kızlarının da kendilerine helal gören’ fetvaları, Alevilerin belleğinde tazeliğini koruyor.

İslam alimi İbn Teymiye “Nusayriler, Yahudilerden ve Hıristiyanlardan daha imansızdırlar. Muhammed’in toplumuna, Frenkler ve Türklerden daha çok zarar vermişlerdir. İslami yasalar çerçevesinde cezalandırılmaları başarıların en büyüğü ve yükümlülüklerin en önemlisidir” demiş.

Bu anlayışın hali hazırda Diyanet İşleri Başkanlığı bilgisi ve AKP eliyle uygulanmadığını söyleyemeyiz. Keza zihniyet ve pratik aynı. Dolayısıyla mülteci kampları, Yavuz Sultan Selim’den beri Alevilere uygulanan pogromun laboratuvarı olma riski taşıyor.

İnsanların kafalarını keserek cennete gittiğini düşünen cinnet örgütlerini, yetmiş iki millete bir nazarda bakan barışçıl bir toplumun içine salmak, Osmanlı döneminde Alevilerin canını malını, Sünnilere ‘helâl’ gören şeyhülislamların anlayışının devamı olarak algılanması haksız sayılmaz.

Şark Islahat Planı hâlâ yürürlükte mi?

Cihadistlere kamp yeri olarak Sarız-Elbistan-Pazarcık bölgesinin seçilmiş olması Şark Islahat Planı’yla başlayan ‘derin devlet’ programının uygulandığına işaret sayılabilir. Çünkü İç Toroslar, bütün asimilasyon çalışmalarına rağmen Kürt Alevi kimliğini koruyan bir bölge. Bugün siyasal alandan uzak görülüyorsa da hep bir potansiyeli vardı. İngiliz Binbaşı Noel’in 1919 yılında, Kürdistan’ın kuruluşu için, Bedirhan kardeşler ve Cemilpaşazade Ekrem’le bu bölgeyi dolaşıp, rapor yazması tesadüfi olmamıştır.

Binbaşı Charles Noel, Maraş’taki Kürt Alevilerin en az Sünni Kürtler kadar milliyetçi olduğunu, bağımsız Kürt devleti isteğinde olduklarını not düşmüş. Noel 26 Ağustos 1919 tarihinde yazdığı günlükte; ‘’Biz Kürdüz ve burası bizim ülkemiz. Maalesef bu baş belası Türkler (kibirli Rumîler) geldi, topraklarımıza el uzattı ve bizi buyruklarının altına aldılar. Onları sevmiyoruz, özgür olmak istiyoruz, onların varlıkları artık bizi bıktırdı’’ diyor. (E. W. C. Noel, Kürdistan 1919)

Etno dinsel kırım mı hedefleniyor?!

İç Toros Kürtleri, Jön Türklerin ulus devlet paradigmasının laboratuvar alanı olarak kullanılmasından bu güne, gizli planların parçası olarak saldırıya uğruyorlar. Nüfusunun büyük bir kısmını göç vermiş olan bu ilçelerin, (örneğin Pazarcık) özellikle Avrupa ülkelerinde yaşayan sakinlerinin Kürt siyasal hareketine verdiği yoğun destek gözden kaçmamıştır. Bu sosyolojinin, devletin gelecek projeksiyonuna uymaması hasebiyle, mülteci kampla bir etno dinsel kırım amaçlanmış olabilir?!

1925 yılında yürürlüğe giren ve Mustafa Kemal imzası taşıyan Şark Islahat Planı’nda, Fırat’ın batısında dağınık şekilde yerleşik olan Alevi Kürtlerin asimilasyonuna öncelik verilmişti. Bu planda Kürtlerin yaşadığı bölgelere 10 yıl içerisinde 500 bin Türk vb göçmenlerin yerleştirilmesi gerekiyordu. 1927 yılında yapılan nüfus sayımında Türkiye’nin toplam nüfusunun 13 milyon 648 bin olduğu hesabıyla 500 bin mültecinin Kürtler üzerinde nasıl bir vahim asimilasyonist etki bırakacağı açık.

Yine 1921 yılında Koçgiri’de, 1925’te Şeyh Said hareketinde ve 1926-27 yıllarında cereyan eden Ağrı ayaklanmalarında yapılan katliamlarda azalan Kürt nüfusu da bu bahsin hesabına katılmalıdır.

Bu durumda programın büyük ölçüde gerçekleştiği söylenebilir.

Bugün Kürdistan olarak adlandırılan coğrafyanın (Mezopotamya ve Anadolu) zengin kültürel geçmişi ne yazık ki beraberinde amansız savaşlar ve göçler de getirdi. Doğal, yaşamsal, kültürel şartlardan kaynaklı hep göçmenlerin ilgi odağı olan coğrafyanın jeopolitik yapısı, günümüzde de ekstra bir çekim alanı yaratmış olup, medeniyetten uzak savaş meydanına çevrilmiş durumda.

Dillerin, dinlerin ve daha bir çok kültürel mirasa ev sahipliği yapan Bereketli Hilal’in kanla yoğrulan tarihi, geçmişte tufanlarla (Nuh Tufanı, Sodom ve Gomora vs) kesintiye uğrayıp, kendini, her seferinde küllerinden yeniden yaratması günümüze de referans olacaktır elbet. Bugün yıkılıp yakılan ana/ata toprakları, birgün zulmün pençesinden de kurtulacaktır. İşte o zaman medeniyetler beşiği Anadolu ve Mezopotamya yine o görkemli günlerine kavuşur belki.

 

Nesimi ADAY / Haziran 2016

«

»