Çoğumuz Zuğaşi Berepe’yi yani Denizin Çocukları’nı biliriz. Hatırlarsınız, Zuğaşi Berepe, Lazların müziğine ve bağlamında da kimliğine önemli göndermeler yapan bir müzik topluluğuydu. İyi çalışmalar yaptı ve iki yıl önce dağıldı. Şimdi grubun kurucularından Kazım Koyuncu, “Viya” isimli bir solo albümle tekrar karşımızda. Albüm, istisnalar hariç, beklendiği gibi Lazca şarkılardan oluşuyor.
Kazım Koyuncu ve Laz müziğini anlatmadan önce kısa bir sivil tarih okuması yapalım.
Biraz tarih karıştıranlarımız biliriz, I.Meclis’te Lazistan mebusları vardı. Lazistan bölgesinden meclise mebus/milletvekili statüsüyle giren şahıslar böyle tanıtılıyorlardı. Oktay Akbal bir kitabına “Önce Ekmekler Bozuldu” ismini koymuştu. İşte Mustafa Kemal’in II.Meclisinde ‘önce ekmekler bozulmuş’ sonra da malum ‘ötekilerin’ makus tarihi.
İttihat ve Terakki (1913-18), Osmanlıcılığı reddedip, Anadolu’yu Türkleştirmeye başladığında, bu toprakların sakinlerine karşı büyük bir ‘kıyam’ başlatmıştı. İttihat Terakki’nin Türkleştirme politikalarından nasibini alan başta Kürt, Arap, Arnavut, Boşnak, Laz, Çerkez ve Çingeneler, Anadolu’nun çeşitli bölgelerine sürülüp, Türkçülük politikaları altında asimile edilmişti. Başarılı oldular mı peki? Bence başarılı oldular. Kürtler’in kısmen kendini bu politikalardan kurtardığını söyleyebiliriz. Geri kalan halkların ise kendi sosyal ve kültürel değerlerini nasıl yitirdiklerini yaşayarak gördük. Yıldönümü vesilesiyle 6-7 Eylül olaylarını anımsadık şu günlerde. Sokağımızda yaşayan kimi uzun bıyıklı adamlar, tapulu malları gibi görmekteler bu toprakları. Bir paranoya deryası içinde yaşadığımız hayatı zehir etmekteler bize; “Kürde verirsen, Laz da ister”. Kimse, bu insanlar haketmedikleri birşey mi istiyorlar ki ‘verilmiyor’ sorusunu soramıyor bile.
Zaten Türkiye’de yaşayan Lazların siyasal bağlamda ‘birşey’ isteyemeyeceklerini, isteyecek düzeyde olmadığını söylüyor Kazım Koyuncu. Hatırlansın, Zuğaşi Berepe grubu ilk sahne aldığı yıllarda, Lazlar, kimliklerini Karadeniz fıkralarından kurtarmanın sevincini yaşamıştı. Tabii İstanbul’da yaşayanlar için söylüyorum. ZB’nin 1 Mayıs konserinde ilk defa Lazca slogan atılmıştı; “Skudas xalkepeşi cumapoba”. “Yaşasın halkların kardeşliği” anlamına gelen bu slogan güzel ve nostaljik bir anı olarak kaldı.
İddialı bir cümle olacak ama kurmaktan da sakınmayacağım. Zuğaşi Berepe, Türkiye’de Lazları unutulmuşluktan kurtarmıştır; iddiayı yumuşatırsak, kurtaramamışsa da en azından hatırlatmıştır.
İşte Kazım Koyuncu, Lazlara (Türkiye’deki.) kimliklerini hatırlatan bu grubun kurucularından. “Viya” müzisyenin ilk solo albümü. Koyuncu, Zuğaşi Berepe’nin kullandığı soundun aksine, bu albümde folklorik öğeleri daha da ön planda tutmuş. Hatta kullandığı ritm ölçüleri de zaman zaman Karadeniz’i aşıyor. Sebebini sorduk: “Viya’nın soundu, ZB’den farklı tabii. Albümde ritm, akustik gitar ve vokal ağırlıklı bir altyapı var. Tulum, kemençe, kaval, keman gibi solo enstrümanlarla renk vermeye çalıştık. Ritm yapısı dediğiniz gibi, evet yer yer Karadeniz ve Laz müziğini aşıyor. Örneğin darbuka, bendir ve erbane kullandık. Böylece zaman zaman Alevi-Bektaşi ve Kürt müziği etkisi görüldü. Bundan da hoşnutum, istediğim birşeydi de. Bağlam oluşmuşken, Alevi kültürünü sevdiğimi ve önemsediğimi belirtmek isterim. Bir de kendi müzik birikimimde yer alan diğer olguları, yani rock, Alevi-Kürt müziği, Türk müziğini içimden söküp atamam ki! Bu benim kişisel tarihimdir.”
Yoksulluk şarkıları da var
Laz müziğinin karakteristiklerinden birisinin de destanlar olduğunu öğreniyoruz. Oysa genelde Karadeniz ve özelde de Laz müziği denince aklımıza hemen şöyle ‘oynak’ bir ezgi geliyor ve o minvalde de sözler. Kazım’ın okuduğu Domivamis-Yokluk şarkısı, repertuarın tek toplumsal içerikli şarkısı. Enver Gökçe, “dut kurusu, süpürge tohumu yediğimiz günler” demişti bir şiirinde. Domivamis şarkısında da mısır için beş köy dolaşılmış ama sonuç nafile. Demek sadece eğlenceli şeyler olmuyor Karadeniz’de, hüzün de dolaşıyor o topraklarda. Bu durumda Laz müzisyenlere yeni bir iş düşüyor; bu hüzünlü şarkıları da derleyip gün yüzüne çıkarmak. Çünkü sözlü kültürün egemen olduğu toplumlarda halk şarkıları birer tarihsel metin işlevi görebilir. Kürt stranları buna örnektir. Bu geleneksel şarkılarda küçük sivil okumalar yapıldığı takdirde, o toplumun yaşantısıyla ilgili önemli şeylerin ortaya çıkacağını düşünüyorum.
Kazım, yoksulluk ve hüzün denince babaannesini anımsıyor. “O öldüğünde herşey bitti sandım,” diyor. Oysa babaannesi, hikayeler anlatarak yeni kapılar açmıştır Kazım’a. Belki şimdi bu kapıların kilitlerini kurcalamakla başlayacak işe. Sanatçı, Lazların aslında kapalı bir hayat sürdüklerini ve ancak son 30 yıl içerisinde açıldıklarına dikkat çekiyor, “20 sene önce bölgede yaşayan herkes Lazca bilirdi” diyor. Hatta o tarihlerde Türkçe bilen insan sayısı çok azmış. Ama bu durum gittikçe tersine dönüyor. Laz halk şarkılarına yeni yeni ulaşıldığını belirtiyor.
Türkçe ‘küfür’ albümü yapmak istiyor
Kazım’dan, kendisinin ve Birol Topaloğlu’nun dışında Laz müziği yapılıp yapılmadığını sorduk. Öncelikle çalışmalarını okuduğu Xasan Helimişi’den bahsediyor; Laz müziğinin sazsız ozanlarından. Aynı zamanda şair ve ressam. Üniversite’de dersler vermiş. İyi bir komünist. Komünist olmasına rağmen Stalin tarafından sürülmüş. Hopalı ama sınırın öte tarafında kalmış. Ayrıca Gürcistan’da, sadece kadınlardan oluşan bir koro varmış. Bu topluluk hakkında başka bir bilgisi yok Koyuncu’nun. Ayrıca, Türkiye’de yasal olarak ilk kez Lazca plak yapan Yaşar Turna’yı da unutmamak gerek. Kazım, Yaşar Turna’nın, kemençeyi en iyi kullanan sanatçılardan biri olduğunu söylüyor. Kendisi de Viya’dan sonra belki Türkçe bir albüm yapmak istiyor. “Uzun zamandır bu proje gündemde.. Alternatif rock, ‘küfre’ dayanacak, canlı bir albüm tasarlıyorum. “Viya” ise yüzde yüz Laz müziği olmadı. Az modern Laz ve Kazım Koyuncu müziği oldu.”
Albümlerinin daha çok toplumun hangi katmanları tarafından dinlendiğini soruyoruz sanatçıya. O, emin olmamakla birlikte, daha çok aydın kesimin kendilerini dinlediğini söylüyor. Yani Laz müziğini, Lazlardan çok ötekiler dinliyor gibi.
Kürt romancı Mehmed Uzun, inatla, romanlarını Kürtçe yazarak kendisine ciddi bir okur kitlesi oluşturdu. Kazım Koyuncu’da, Mehmed Uzun’un gittiği yoldan gidiyor. O da dinleyicisini yaratmakla mükellef.
İnsan merkezli fikirleri devrimci bulmuyor
Albümün kapağında, “kendinden olmayanın değersiz görüldüğü” bir anlayışa dikkat çekiyor Kazım. Bu ‘değersizliği’ biraz açığa çıkarmak istiyoruz, anlatıyor: “O söz bu ülkede yaşayan insanların geneline söylendi. Yaşamı cehenneme çeviren unsurlara ve olaylara karşı duyduğum ‘gıcıklığı’ ifade etmeye çalıştım.” diyor.
Kazım Koyuncu, her halkın bir ‘ötekisi’ olduğu fikrinde. “Örneğin, ben bir Laz olarak Hemşinlileri kollamışımdır. Çünkü Lazlar psikolojik olarak baskındırlar Hemşinliler üzerinde. Lazların şehirli, Hemşinlilerin de dağlı olduğunu söyleyebiliriz”, diyor. Başkaca dertleri de olduğunu anlatmak istiyor Kazım. Örneğin ekolojist tavrı önemsiyor. “Benim ideolojik varoluşumun temelinde doğa ve insan ilişkisi yatar. Yaşayan herşeyin haklarını savunmak gerektiğini ifade ediyor. Ayrıca insan merkezli fikirlerin yeterince devrimci olmadığını, devrimciliğin yaşayan şeylerle beraber anılması gerektiği düşünüyor. “Yoksa” diyor “nasıl böyle ısrarcı bir vejeteryan olabilirdim ki?”
Bedenlerini Karadeniz’in öfkeli dalgalarına bırakan Laz çocukları hep bir ağızdan bağırıyorlar “viyaaa”. Viya, Memedali Barış Beşli’nin deyimiyle “Laz sörfü”. Yüzme bilmeyen Kazım Koyuncu, yine de viya iniyor. “Viva Kazım, viva!”
Nesimi Aday, 2001