Burada Ara...
YUKARI
YAZILAR

KEBAP, HEYKEL VE SİVAS KATLİAMI

Moldova’yı ziyaret eden Türk Bakan, gezdirildiği tarihi şarap mahzeninde bulunan şarap tanrısı Dionysos heykeli önünde poz vermekten kaçınmıştı.

Bakana göre o heykel bir sanat eserinden öte, bir put ve onların anlayışına göre de putların kırılması/yıkılması gerekiyor. Bu fikrini basın önünde söyleyemeyen bakan, sadece fotoğraf çektirmemekle yetinmişti.

Bir zamanların popüler örgütü Taliban, Afganistan’da Buda heykellerini dinamitle havaya uçurmuştu! SSCB’yi yıkmak için örgütlendirilen bu şiddet örgütünün, insanlığın kültürel mirasına verdiği zarar, medeni ‘batı’yı ırgalamamıştı bile.

Zamanın öldürücü gücüne karşı binlerce yıl direnen o iki benzersiz sanat ve inanç eseri yok artık. Çoğumuz unuttuk bile. Tıpkı günümüzün popüler örgütü IŞİD’in Palmira antik kentini yok edip, unutulmaya yatırması gibi…

Geçtiğimiz günlerde Doğubeyazıt Belediyesi’ne el koyan ‘sömürge valisi’ kayyum, Ehmedê Xanî’nin (Ahmed-i Hani) heykelini yıkmıştı.

T.C. Kültür Bakanlığı da Xanî’nin, 1600’lü yıllarda yazdığı ünlü aşk destanı Mem û Zîn’i basmıştı daha önce.

Devlet bütçesinden kitabının basımı karşılanan kişinin, heykelini de yine benzeri bir bütçeden masraf ederek yıkıyorlar, anlamak zor?!

Türkiye sağının hayatı hep çifte standartla geçiyor. ‘‘Dün dündür, bugün bu gündür’’ anlayışı hep güncel kalıyor.

Günümüzde ise “Tükürürüm böyle sanata” diyen anlayış iktidarda. Üstatlarının heykellere “ucube” deyip yıktırması hala belleklerde tazeliğini koruyor.

Bu anlayışın geldiği yer de, gideceği yer de cehalet bataklığı.

Kültürle arasına mesafe koyan zihniyetin, daha ne tür nobranlıklar yapacağını tahmin etmek zor.

***

2 Temmuz, Madımak Oteli Katliamının yıl dönümü.

Sivas’ta yaktıkları sanatçıların çığlığı dinmedi daha.

 

2 Temmuz 1993 Sivas katliamında da Pir Sultan Abdal’ın heykelini yerinden söküp sürüklemişlerdi. Heykeli Madımak Oteli’ne getirmek istemişler ama başaramamışlardı. Pir Sultan’ı yüzyıllar sonra yakmaya çalışıyorlardı. Vali emir vermiş, Pir Sultan bir kez daha taşlanmıştı ‘’Kanlı Sivas’ta’’.

Pir Sultan Abdal’dan hala korkuyorlar.

Şairlerden korkuyorlar, şiirden de…

Muhammed peygamber topluluğuna şairlerden korkulması gerektiğini söyler? Cinlerin şairlere şiir ilham ettiğine inanıyordu ve onların görmedikleri şeyleri vaad etmelerinden şikayetçiydi.

Freud insan ruhunun en derinlerinde şairlerle karşılaştığını söylememiş mi?!

İnsan ruhunun arkeolojisini iyi bilen psikanalistin bir bildiği olmalı.

Şairlerin canlıları ve doğayı okuma bilgisi ve biçimi, din adamlarına ürküntü vermesi bundan olmalı.

Dine göre bu baş belalarından kurtulmak gerekiyordu. Öyle de yapıyorlardı.

Seyid Nesimi’nin yüzülen derisi bu korkunun kanıtı gibidir.

‘’Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan’’ diyen Pir Sultan, bu korku yüzünden asıldı.

***

Sanatçıdan korkuyorlar, sanattan da…

Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Hasret Gültekin, Asım Bezirci, Behçet Aysan, Asaf Koçak, Hasret Gültekin, Uğur Kaynar, semah dönenler ve diğerleri, sanatı ve sanatçıyı sevmeyenler tarafından yakılıyordu 2 Temmuz 1993’te, Madımak Oteli’nde.

Prometheus’un Olympos’ta tanrılardan çaldığı ateş azaba düşüyordu Sivas’ta.

Dönemin Refah Partili Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’ndan cehennem zebanilerini andıran topluluğu yatıştırıcı bir konuşma yapmasını istiyorlar. Bakın Karamollaoğlu nasıl yatıştırıyor ‘adamlarını’: “Bir defa şöyle bir Fatiha okuyalım. Sonra şunların ruhuna el fatiha diyelim” diye başlıyor. Kitle “Mücahit Temel” sloganları atıyor.

Dönemin Başbakanı Tansu Çiller: “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir’’ diyerek katilleri övüyordu.

Günümüzde ise Çiller mantığı devam edilmekte. İktidarlar oy uğruna cehennem zebanilerine dokunmaktan korkuyor. Madımak Otel’i müze olsun diye yapılan bütün başvuru ve çalışmalar sonuçsuz kalıyor. Bu duyarsızlık ve aymazlık karşısında o otuz üç insanın anısı ve tarihi vicdan alevleriyle yanmaya devam ediyor. Halen orada insan etinin yanık kokusu içinde birileri kebap yemeye devam ediyor.

***

Behçet Aysan’ın “Çünkü beyaz bir gemidir ölüm” dizesi, o otuz üç insan için beyaz bir dumana dönüşmüştü Sivas’ta: “Ölüm siyah denizlerin hep çağırdığı / batık bir gemi / sönmüş yıldızlar gibidir / yi­tik adreslere benzer ölüm / yanık otlar gibi / Sen bu şiiri okurken, ben belki başka bir şehirde ölürüm.”

Nebahat Çetin, Zaralı Uğur Kaynar’a, “Sen Sivaslı­sın, Metin’i sağlam verdim, sağlam istiyorum,” demiş. Ne yazık ki ikisi de Hızır paşaların berdarından kurtulmayıp, sağlam dönememişlerdi Sivas’tan.

Ama Uğur Kaynar’ın canını yakan ateş, deri çantasını yakamamıştı. Acaba o çantayı bir peçete üzerine yazılmış şu taze vasiyet şiir mi kurtarmıştı: “Öldüğümde / doğduğum yere gidiyorum / Yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği / işte böyle yeniyorum.”

 

2 Temmuz 2008 tarihinde yazılan bu makale, 2 Temmuz 2017’de güncellendi…

 

«

»