Annem evde bulduğu ablamdan kalma birkaç defter ve kitabı, şeffaf bir naylon torbaya tıkıştırıp, ‘‘haydi, sen de git okula’’ demişti.
Afallamıştım. Yaşamım kaçtı bilmiyordum, yedi mi?!
Sonra yan köy/mezradaki okula gitmek için bayır aşağı bağıra çağıra koşan arkadaşlarıma yetişmiş, bir süre, hayatımdaki bu yeni ‘şey’i anlamaya çalışmıştım.
Dizlerim titriyordu.
Çok heyecanlıydım.
Yan köye varmak için dere ve tepeleri tırmanmak gerekiyordu.
Ama ben dik olan bir yokuşu tırmanamamış, yarısında kesilmiştim.
Benden yaşça büyük olan akrabam Süleyman, yokuş boyunca sırtlamıştı beni.
Okul zili, hazır ol-rahat’la başlayan seremoni, simsiyah bir adamın karşısında devam etmişti. İlk kez bir adamın betona dönüştüğünü görmüştüm. Heykel diyorlarmış, sonradan öğrenecektim.
Korkma-sönmez’den sonra varlığımızı Türk varlığına, gocunmadan armağan edip doluşmuştuk büyükçe bir sınıfa.
Heykeli karşısında hazır olda durduğumuz o siyah kafalı adamı, duvarda renkli olarak da görmüştük. O vakit etten ve kemikten bir insan olduğunu idrak etmiştim.
Adı Mustafa Kemal’di. Atatürk de diyorlardı. Kitapların ilk sayfasında ciddiyetle duruyordu karşımda.
Küçükken bostanda kargaları, büyüyünce de ‘düşmanları’ kovalamıştı.
Açtığı yoldan yürüyecektik.
‘Mustafa Örtmen’ belli ki ona çok önem veriyordu.
Biz de öyle yapacaktık.
Yarım yamalak konuştuğumuz Türkçe ile resmen tanışmıştık
Annemizden öğrendiğimiz dil ‘kaka dil’di.
Bizim Kurmanci bildiğimiz dilimizin adı Kürtçe imiş meğer.
Unutmamızı istiyorlardı.
Artık hep Türkçe konuşacaktık.
Resmi ideolojiden bihaber, çocuk aklına kazınacaktı bütün bunlar; ‘’Vatandaş Türkçe konuş!’’.
O zaman bir-iki-üçler tek sınıfta okutuluyordu.
Karnaval havasında geçen derslerin disiplini, ‘Mustafa Örtmen’in cetveliyle sağlanıyordu.
Hiç insaflı değildi cetvel, canımızı çokça yakmıştır.
Memlekete gittiğimde arada görüyorum ‘’örtmenim’’i. Selamlaşırken artık aklıma gelmiyor cetveli.
Resim defterine kazık gibi çakmaya çalıştığım kurşunkalemin yatay tutulması gerektiğini öğrendiğimde, bu yöntemin adını ‘beraki’ olarak kodlamıştım aklımda.
Gülmüştü öğretmen.
O da beraki’nin anlamını biliyordu!
O yıllarda, bizim oralarda motorlu taşıt pek bulunmazdı.
Atlar, katırlar ve eşekler, insanların yükünün bakiyesi olarak da evcilleşmenin azabını çekiyorlardı.
Köyün ilk traktörünü Hıdır abim alacaktı sonradan.
Resim iş dersinde, okul bahçesine gelen bir gürültülü araba, bütün sınıf gibi beni de koparmıştı dersten.
Mustafa Hoca’nın, cetvel yardımıyla derse konsantre etme çabaları bende karşılık bulamamıştı.
Pencereden dışarı bakıp duruyordum ki uyarıldım cetvelle ‘’Nesimi! beraki beraki bakma.’’
‘’Beraki’’ bakmanın, bu yeni hayattaki karşılığının kavramsal olduğunu da anlayacaktım böylece.
Artık yatay durmam gerekiyordu.
Anadilim, kültürüm, ekmeğim, aşım, suyum kısacası hayat bilgim sakatlanmıştı.
Müfredat beni dik durmaktan men ediyordu.
Yatay durmam gerekiyordu.
Otoriter tarih uygulayıcıları toplum mühendisliğine soyunmuş, varlığımı armağan etmemi istiyorlardı.
Faşizm zihinsel alışkanlıklarından vazgeçmiyordu.
Beşikteki bebeleri süngületip Munzur Çayı’na attıranlar, bizleri, zifiri heykelerin karşısına dikip, Kürtlüğümüzden utandırıyorlardı.
Bize ait olmayan ekletik kimliğimiz ‘Türklükten’ mutluluk ve gurur duymamızı bekliyorlardı.
Gelinen noktada da hatırı sayılı bir kitleyi Türkçülük’le ‘gururlandırıp’ asimile ettiler zaten.
Dersim’i, yıllarca ‘Türkçe okuma yazma oranını en yüksek olduğu il’ unvanıyla okşayıp durdular.
Ana dilleri olan Kırmancki (Zazaca) ve Kurmanci eğitim verilmemesinin perdesi olarak, sınavlarda başarılı olmuş çocukları medya ikonu haline getirerek perdelediler.
Alevi (Ehli Hak) olan inancını görmezden gelerek, Sünniliği devlet eliyle empoze ettiler. Köylere zorla cami yaptırıp, çocukları ailelerden alıp ya birer asimilasyon akademisi olan yatılı bölge okullarına ya da başka kentlerdeki (cemaat eliyle) imam hatip okullarına taşıdılar.
Toplum mühendisleri en önemli argümanlarını değer üzerine kurmuşlardı ve değere saldırdılar hep.
Ötekine ait olanı değersizleştirmek için hazırlanan eğitim programları artık işe yaramıyor.
Şişe kırıldı ve cin çıktı.
Zil çoktan çaldı ve devletin okullarından başka akıl okulları da açıldı.
Devlet, Kürtler ve öteki kimlikleri yok sayan, baskılayan programlarını update edemiyor artık. Buna arkaik fikirlerine göre aygıt bulması zor artık.
Şimdi memleketin bir kısmında insanlar zorunu din derslerine karşı çıkıp, ana dilde eğitim talebiyle ‘milli’ eğitimi boykot ediyor…