Seferberlik… deyu eyledi ilan
Soydu Ermeni’yi, koydu hep üryan
Akherinde etdi kör yola revan
Gidelim, vatan Havrana kaldı
Sa’at beşte indik Hama düzüne
Kimse bakmaz muhacirin yüzüne
Göz diktiler Ermeni’nin kızına
Her ağa yanına bir dane aldı
Çocukları çadırda khasta yatdılar
Ölüleri kuyulara atdılar
Aclıkdan hep evladlarını satdılar
Satan çok idi meded alana kaldı
Allah kahr ede şu Almanı
Mahv olsun şöhreti şanı
Sebeb oldu, dökdü Ermeni kanı
Kanlı göz yaşı ömmana vardı
Gelmedi Fransız, Moskof, İngiliz
Koydular dünyayı virane inssiz
Ana baba öldü, çocuklar öksüz
Bigünah yavrular meydanda kaldı
Aşuğ İmanım Mennuş
Mehmet Bayrak, bir zamanlar İstanbul’da çok sayıda Ermeni aşuğun yaşadığını, bunların çoğunlukla Kumkapı ve Yenikapı semtlerinde ikamet ettiğini söyüyor. Örnek olarak da Derûni, Aşki, Ahteri, Ferdi, Gedai, İkrari, Nâimi, Resmi, Sahri, Sadai, Sevdai, Şirinii Lisani, Yeksani, Mahcubi, Püryani, Saliki, Dertli, Yesari, Ceyhani, Çınari gibi aşuğların ismini veriyor okura…
**************
Türkçe Halk Edebiyatında Ermeni Aşuğlar
Nesimi ADAY
Bazı insanlar ve topluluklar acılarıyla yüzleşmediği sürece yaralarını saramazlar. O yara yaşam serüveni içerisinde, dert olarak dolanıp durur. Azalır bazen, bazen de çoğalıp travmalara dönüşür.
Yaşadığımız coğrafyanın kadim halklarından Anadolu Ermenileri, yüz yıldır yaralarını saramadı. 1915 yılında yaşadıkları soykırımla yüzleşemediler. Doğrusu yüzleştirmediler. Bütün dünyanın gördüğü, kabul ettiği katliamı Türkiye kabul etmedi bir türlü. Ermenilerin yaşadığı acılar, aradan yüz üç yıl geçmesine rağmen ‘tatsız’ bir bellek oluşturamaya devam ediyor.
Ermenilerle ilgili yayımlanan her kitap, dergi, film gibi kültürel materyal, onların yaşadığı acılar gündelik hayatımıza değiyor ve kara bir tarih olarak güncelleyip duruyor kendini.
Araştırmacı-Yazar Mehmet Bayrak “Manzum Halk Tarihçisi Ermeni Aşuğlar, Aşuğ Destanlarına Yansıyan Şiirsel ve Görsel Tarih’’ isimli bir kitap yayımladı.
Daha önce de ‘’Alevi-Bektaşi Edebiyatında Ermeni Aşuğlar’’ isimli bir kitap yayımlayan Bayrak; o çalışmasında 140 aşuğun hayat hikayesine ve eserlerine yer vermişti.
Yazar yeni çalışmasında da gizli kalan, görünmeyen bir olguyu; Ermeni Aşuğları (halk ozanlarını) görünür kılmaya çalışıyor. Diğer çalışmalarında olduğu gibi, bu kitabını da tarihi doküman ve arşiv kayıtlarıyla zenginleştirip, 568 sayfalık bir eser olarak okuyucusuna takdim ediyor.
Mehmet Bayrak, Kütahyalı Gomidas üzerinden başladığı araştırma yolculuğunda Ermeni Aşuğlar’ın izlerine rastlamış ve onları uzun uğraşlar sonucu derleyip toparlamış.
Ermeni müzikolog ve ‘’ezgi avcısı’’ olarak bilinen Arşak Çobanyan’ın Fransızca hazırladığı ‘’Ermeni Aşuğlar’’ isimli çalışmasından iz sürerek bu kitabı yazmaya başlamış.
Ermeni Aşuğları ‘’manzum halk tarihçisi’’ olarak nitelendiren yazar; aşuğların, eserlerini genellikle kıtlık, doğal afetler ve savaş üzerine bina ettiklerini söylüyor. Spesifik olarak da 1895-96 ile 1915 Ermeni katliamlarının ve Kürt – Kızılbaş ‘isyanları’ aşuğların destanlarında yer almış.
Ermeni araştırmacı Toros Azadyan arşivinden de yararlanan Bayrak buradan çok külliyatlı bir destan arşivi edindiğini belirtiyor. Bu arşivlerden ilgimizi çeken numune örnekler de almış kitabına. 1717 – 1795 yılları arası yaşamış ve ‘Ermenilerin Yunus Emre’si’ olarak ünlenen Sayat Nova’nın ‘’Kemençe’’ adlı eserinin, nasıl Türk milliyetçiliğinin belleğini okşayan ve oradan militarizm üreten ‘’Çırpınırdı Karedeniz’’e dönüştüğünü de öğrenmiş oluyoruz.
Dönemsel tarihin belleği halk ozanları…
Halk ozanları (aşıklar-aşuğlar-dengbêjler) hiç kuşku yok ki yaşadıkları dönemlerin belleklerini taşımışlardır eserlerinde. Savaş ve doğal afetlerin yanı sıra Kürt, Kızılbaş ve Ermeni soykırımına dair çok sayıda şiirin olduğunu bu kitaptan öğreniyoruz. 1915 yılına kadar, çoğunlukla Osmanlıcı tavırları olan Ermeni aşuğların, yaşanan trajediden sonra artık karşı üslup kullandıklarını görüyoruz.
Aşuğ İmanım Mennuş’un 1915 soykırımın anlattığı destanı bunların en önemlilerinden. Bu destan Osmanlı İmparatorluğunu katliamda ‘elebaşı’ olduğunu şiirleştirdikten sonra Alman, İngiliz, Fransız ve Moskova’nın nasıl kendilerini sahipsiz bıraktıklarını anlatır hüzünle.
Mehmet Bayrak, Ermeni aşuğların bir kısmının Alevi ve Kürt katliamları yapıldığı yıllarda Padişahlara övgü dizdiğini de örnekleriyle açıklıyor. Örneğin 1847 tarihinde Kürdistan Eyaletinde cereyan eden Bedirhan Paşa ayaklanması için Ermeni Aşuğ Lisani’nin şu dizeleri Osmanlıcı tavrın kanıtı gibidir:
‘’Söyleyeyim sizlere dinleyin beni
Kürdlerin cenginden edeyim beyanı
Kim ki Padişah’tan çekmez korkuyu
Bunlar belasını yoktur imkanı’’
‘’Anladı müddeyi Sultan Mecid Han
Bu sıırı kimseye etmedi beyân
Baktı eyalete halkı pek yaman
Dedi sen bilirsin Yaradan Gani’’
Osmanlı askeri Rewandızlı Mir Muhammed İsyanını kanlı bir şekilde bastırırken ve yine ‘binlerce Alevi ve Ezidiyi katlederken de (M.Bayrak, sf.117) padişahlara methiyeler dizilir. Ermeni Aşuğ Levhi, Mir Muhammed Han’a karşı, Sultan Mahmud ve Çerkez Hafız Paşa’yı öven dörtlükler kaleme alır.
- Abdülhamid döneminde yazıldığı ancak yazanın/söyleyenin bilinmediği ‘’Reâya Destanı’’ da bazı Ermeni Aşuğların, iktidarla olan muhabbetini (İncil övgüsü, iktidardan dinsel baskı görmediğini imliyor) ve Kızılbaş hamasetini göz önüne serer.
‘’Şu meramı bildirmeye yüz sürerek gideriz
Başımıza hasır yakar, Hünkar’a arz ederiz
İncil-i Şerif’in doğru gayretini güderiz
Eski kanun üzerine, hâşâ ki biz âsiyiz
Cedd-i ceddimize reâye, Ermeni’nin hasıyız’’
Üsteki mısralardan da anlaşılacağı üzere aşuğ, Ermenilerin başına gelebilecek olası bir mezalimliğe karşın, Aleviler gibi ‘asi’ olmadığını, has kul olduklarını söylüyor. Alttaki dizeler ise net olarak Alevileri (Kızılbaşları) hedef alıyor.
‘’Her fesadlık Kızılbaş’tan, neçe doğmuş her yüzden…/
Ya Kızılbaş yağcıların ettiği düzenleri/ Yudalım mı şu ateşsiz kaynayan kazanları.’’
Bu örneklerde de görüldüğü gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun devlet otoritesi altında yaşayan bir çok halk gibi kimi Ermenilerin, mazlumun yanında olmadığı zamanlar olmuş, tıpkı Ermenilere karı Osmanlı saflarında yer alan Hamidiye Alayları gibi.
Kimin ne zaman mazlum, ne zaman zalim olacağı belli olmuyor. Bu coğrafyada da böyle trajik hikayeler mevcut.
Ermeni aşuğların Alevi-Bektaşi kültürüne katkıları büyük olmuş…
Alevi-Bektaşi halk edebiyatına, sadece Türkler ve Kürtlerin değil, Ermeni aşuğlar örneğinde olduğu gibi diğer halklara mensup aşıkların da katkıları büyük olmuş. Tabi burada şöyle bir soru geliyor gündeme; o da, Osmanlının en gaddar politikalarına, kırımlarına maruz kalmış bir toplumun kültürel temsili içinde yer almak ateşten gömlek değilse nedir. Öyleyse Ermeni ozanlar / aşuğlar neden bu ateşten gömleği gönüllü olarak giydiler?!
Osmanlı Şeyhülislamlarının tüm şiddet ve hakaret içeren fetvalarına rağmen, gerçekten de Alevi kültürü Anadolu topraklarında başat mıydı? Alevilik konusunda yazanların çoğunu dediği gibi gerçekten de Osmanlının kuruluş sürecinde yer alan Ahi Evran ve Şeyh Edebali birer Alevi miydi?
Ermenilerin Alevilerle olan muhabbeti, Sünni devleti rahatsız etmiş…
Şark İlleri Asayiş Müşaviri ve Türk Ocakları Koordinatörü ve Mustafa Kemal’in de danışmanlığını yapan Prof. Hasan Reşit Tankut, yazdığı gizli etno-politik raporların birinde; ‘Alevilerle Hıristiyan Ermenilerin tarihten bu yana son derece iyi anlaştıklarını, Alevilerin her yerde Hıristiyan dostu olduğunu belirtikten sonra, Ermeni kökenli kimi Alevi-Bektaşi aşıklarının Alevi toplumu üzerinde oldukça etkili olduklarını’ ve hatta ‘’babalık’’ unvanı aldıklarını not eder.
‘’Alevi aşıklar arasında Sarkis Zeki kudretli bir ozandı. O tıpkı Viranî gibi, Turabî gibi demler söylemiş ve Ehlibeyt methiyeleri yazmıştı’’ (Bkz. M. Bayrak); örneği veren Tankut, Ermeni Aşuğların, Alevi- Bektaşi toplulukları arasında faaliyetini iktidara rapor eser.
Prof. Tankut; ‘’Alevi her yerde Hiristiyan dostudur. Ocak başlarında muhabbet eden insanların arasındaki Hiristiyan hiç de yabancı sayılmaz. Belki bir çeşit akılcı yolu olan Gregoryanlık, başka Hiristiyan mezheplerine göre Aleviliği daha ziyade okşayabildiği için üstün tutulmaktadır. Şurası gerçek ki Ermeni, Alevi’nin en yakın bir dostudur’’ diyerek hamasetini cümleleştirir.
Mehmet Bayrak, Ermeni Aşuğlardan yaklaşık 400 tanesinin Türkçe ve Azerice yazdığına dikkat çekiyor. Türkçe halk edebiyatı içinde oldukça kıymetli bir istatistik oluşturan aşuğların bu gün pek bilinmese de büyük bir kültür hizmeti verdiği açık. Aşuğ Zikri’nin, ‘’Ben fahrederim ki bana Bektaşi desinler / Dergah-i Ali’nin bu da bir taşı desinler’’ dizeleri ile Ermeni aşığı Yeksani’nin, Alevi edebiyatının en güzel örneklerinden sayılabilecek şu dörtlüğü dikkate değer:
‘’İstemem alemde gayri meyvayı
Tadına doyulmaz balımdır Ali
İstemem dünyayı verseler dahi
Koklasam sünbülü gülümdür Ali’’
***
Ermeni Aşuğlar ve genel olarak halk aşıkları yaşadığı dönemin birer tarih anlatıcısıdırlar. Bu kitapta yer alan şiir ve hikayeler de bunun bir örneği olarak okuyucuya sunuluyor. Mezopotamya ve Anadolu aşıklık geleneğinin Ermeni halk kültüründe ve Ermeni Aşuğların Anadolu kültüründe zengin bir yer kapsadığı az bilinse de Mehmet Bayrak’ın çalışmaları, bu bilinmezliği deşifre ediyor. ‘’Manzum Halk Tarihçisi Ermeni Aşuğlar’’ kitabı gizli kalmış, unutulmuşluğa yatırılmış Ermeni aşuğların kültür tarihine açılan bir kapı olarak görülebilir. Bu tür çalışmaların yaşadığımız toplumun kültürel hikayesine büyük katkı sağlayacağı muhakkak. 1915 soykırımından sonra unutulmaya yatırılmış olan kültürel değerler artık bu kitap sayesinde, daha bilinir olacak gibi. Bu bağlamda Bayrak’ın çalışması kütüphanemizde yer alacak olan nadir bir eser olarak hak ettiği kıymeti görecektir.
Dersim Gazetesi, Ocak 2018